Varant Yatırım Stratejileri


Yatırım Stratejileri
Yatırımcının beklenti ve amaçlarına bağlı olarak, varantlar, yatırım stratejileriyle ilgili geniş bir yelpazede kullanılabilir. Mevcut menkul kıymet portföylerinin riskten korunmasıyla ilgili olarak son derece muhafazakar işlevlere sahip olabilecekleri gibi, bir dayanak varlığın aşağı veya yukarı yöndeki hareketini spekülasyon konusu yapmak amacıyla aktif bir şekilde de kullanılabilirler. Muhafazakar bir menkul kıymetler portföyü, sermayenin bir kısmını varantlara yatırmak suretiyle canlandırılabilir.
90/10 Stratejisi
Portföyüne biraz hareket katmak isteyen yatırımcılar, sabit getirili menkul kıymetleri ve varantları bünyesinde toplayan bir portföye dayalı 90/10 stratejisini benimseyebilirler. Sabit getirili menkul kıymetlerin varantlara oranı, yüzde 90’a yüzde 10 civarındadır. Bu stratejinin temelinde yatan fikir, portföydeki tahvillerden elde edilen faiz gelirinin, varantlara yapılan yatırımın tümünün kaybını telafi etmeye yeterli olacağı yönündedir. Örneğin kullanılabilir sermayesi 100.000 TL civarında olan bir yatırımcı, 90.000 TL’yi bir yıl vadeli, %11 getirili hazine tahvillerine yatırabilir. Vade tarihinde söz konusu  tahviller itfa edildiğinde toplam % 11 veya 9.900 TL getiri sağlayacaklardır. Bu sayede yatırımcı yıl sonunda, varantlar karda olsun olmasın, 99.900 TL tutarında bir sermayeye sahip olacaktır. Varantların da cazip kazançlar sağlaması halinde, portföyün toplam performansı, yatırımcının 100.000 TL’nin tümünü sabit getirili menkul kıymetlere yatırmış olsaydı elde edeceği tutardan çok daha fazla olacaktır.
Ancak bu stratejinin geçerliliği, faiz oranı seviyelerine bağlıdır; yani, yatırım yapılabilir tahvillerden elde edilecek risksiz getiri ne kadar yüksekse strateji daha da kazançlı olacaktır. Daha düşük faiz oranlarının söz konusu olması halinde, devlet tahvillerinin oranı arttırılmalı (örneğin 95/5 stratejisi) veya yatırım yelpazesi daha geniş tutulmalıdır.
Uzun  Alış
Varant piyasalarındaki en bilinen strateji, alım varantlarının (alışlar) satın alınmasıdır ve bu piyasada “uzun alış” olarak bilinmektedir. Bu durumda yatırımcı, varantın vade tarihine kadar dayanak varlığın fiyatının yükseleceğine dair spekülasyonda bulunur. Bu strateji, sadece başa-baş noktası yakalandığında sonuç verecektir. Dayanağın fiyatı, kullanım fiyatı ile varant fiyatının toplamının satın alım sırasında kullanım oranıyla çarpılması neticesinde elde edilecek tutardan yüksek olmalıdır. Ek olarak, işlem masraflarının da dikkate alınması gerekmektedir. Ancak yatırımcıların çoğu, sadece varantı bir süre sonra daha yüksek bir fiyattan satmak arzusundadır. Bu durumda, satış fiyatı ile alım fiyatı arasındaki fark işlem masraflarını aştığında yatırımcı kara geçmektedir.

Uzun Satış
Satış opsiyonlu varantların (satışlar) alınmasını içeren aksi yöndeki strateji ise, “uzun satış” olarak anılmaktadır. Burada yatırımcı, dayanak varlığın fiyatının önemli ölçüde düşeceğine inanmaktadır. Dayanağın fiyatının, kullanım fiyatından satın alım sırasındaki varant fiyatının düşülmesi neticesinden elde edilecek tutarın kullanım oranıyla çarpılması sonucunda bulunacak tutarın altında olması halinde, başa-baş noktası yakalanır. Örneğin, kullanım fiyatı 100 TL, kullanım oranı 1’e 1 olan bir hisseye dair bir satım varantı alırsanız ve varantın size maliyeti 10 TL ise başa-baş noktası 90 TL olmaktadır. Hisse fiyatının varantınızın vadesi sona erdiğinde düşmeye devam ediyor olması halinde dahi kara geçersiniz. Ancak bu örneğe dahil olmayan işlem masraflarının da dikkate alınması gerekir.
Riskten Korunma
Varantlar, menkul kıymet portföylerine ilişkin bir düşüş trendi karşısında önlem almak gibi muhafazakar amaçlarla da kullanılabilir. Örneğin hisseleri nedeniyle büyük risk altında olan ve fiyatların düşeceğini düşünen yatırımcılar, pozisyonlarını satmayı düşünebilirler. Fakat, satışın getirdiği yüksek işlem masrafları ve belki de hisselerin ileriki bir tarihte tekrar satın alınması olasılığı da dahil olmak üzere, vergisel veya diğer nedenlerden dolayı bu tür bir satış tavsiye edilmemektedir. Bununla birlikte, sonuçta, yatırımcıların, bir düşüş trendi karşısında kendilerini etkin bir şekilde “koruma altına almak” için satım varantlarını almaları halinde satışa ihtiyaç olmayacaktır. Bu stratejinin temelinde yatan teoriye göre, hisse fiyatlarının düşmesi halinde, varantların değeri yükselecek ve bu nedenle gerçekleşecek herhangi bir değer kaybı telafi edilmiş olacaktır. Bununla birlikte bu riskten korunma stratejisinin bir bedeli vardır ve bu bedel, satım varantlarını satın alma fiyatı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bedel, bir nevi koruma primi olarak da görülebilir. Düşüş trendinin gerçekleşmemesi halinde, prim kaybedilmiş olacaktır, fakat yatırımcılar artık gönül rahatlığı içindedirler.
Bu durumda, statik ve dinamik bir riskten korunma arasında bir ayrım yapılması gerekmektedir. Statik riskten korunma varantın vade tarihinde %100 oranında bir koruma için daha uygun olmakla birlikte, dinamik riskten korunma vadenin dolmasından önceki zaman dilimi için uygundur. Statik riskten korunma işleminde, belirli bir zamanda portföyü  koruma altına almak için hangi tür satım varantlarından kaç tane gerekli olduğunu belirlemek için yapılacak tek bir hesaplama yeterlidir. Sayı aynı kalmaktadır ve “statik” terimi de buradan gelmektedir. Öte yandan dinamik riskten korunmada, satış pozisyonu, hisse portföyünün performansına bağlı olarak düzenli aralıklarla ayarlanmaktadır. Bu nedenle pozisyon “dinamik” olarak değerlendirilmektedir.
Fon ve portföy yöneticileri gibi bu alanda profesyonel olan kişiler, dinamik riskten korunma pozisyonlarını tercih etmektedir; statik riskten korunma sürekli ayarlamaların yüksek işlem masraflarına neden olacağı düşünüldüğünde, küçük yatırımcının ihtiyaçlarını karşılamak için genellikle yeterli görülmektedir.

Bir portföyde ilişkili satım varantlarının mevcut olduğu piyasa değeri son derece yüksek hisseler varsa veya aynı miktarda satım varantlarının mevcut olduğu belirli bir endeksi yansıtıyorsa riskten korunma işlemini gerçekleştirmek kolay olacaktır. Yukarıda belirtilen durumlarda, yatırımcılar, varantları münferit pozisyonların her birini veya tüm portföyü teminat altına almak için kullanabilirler. Portföydeki varlıkların değeri ne kadar yüksekse “koruma primi” de o kadar yüksek olacaktır. Prime etkileyen başka bir faktör de, arzu edilen “teminat”ın kapsamıdır; örneğin, yatırımcıların, “tüm risklere karşı” veya ortaya çıkan zararın bir kısmını üstlenecekleri sınırlı bir koruma istemeleri gibi.
Aşağı yukarı İMKB 30 endeksini yansıtan portföyler için riskten korunma isteyen yatırımcılar aşağıdaki şekilde hareket edebilirler. İMKB 30 endeksinin, 60.000 noktasında olduğunu ve yatırımcıların bu endeksin bir anda 50.000 seviyesine düşmesinden korktuklarını varsayalım. 60.000 noktasındaki kullanım fiyatından yeterli sayıda satım varantı edinmek suretiyle yatırımcıların tümü risklere karşı tamamen korunmuş olacaklardır. Bununla birlikte bu tür bir riskten korunma işleminin bir bedeli vardır. 58.000 noktasında kullanım fiyatına ve birbiriyle aynı vadelere sahip satım varantları, 60.000’lik kullanım fiyatına sahip satış opsiyonu varantlarından çok daha ucuzdur. Bununla birlikte ucuz varantları satın alan yatırımcıların, endeksin 10.000 puan kaybetmesi halinde zararlarının bir kısmını üstlenmeleri gerekmektedir. Bu durumda, riskten korunma sadece İMKB 30 Endeksinin 58.000 noktasının altına düşmesi halinde devreye girecektir. 58.000 ile 60.000 noktası arasındaki alan bu nedenle yatırımcıların katlandığı zarar kısmına karşılık gelmektedir. Yatırımcılar, 58.000 ve 60.000 noktalarındaki kullanım fiyatlı varantları 50/50 oranında edinebilir veya maruz kalınan zararların daha yüksek bir kısmını üstlenmeyi veya ihtiyaçlarına bağlı olarak bir dizi olasılığı bir arada denemeyi tercih edebilirler. Karar, kolay olmayacaktır ve her bir münferit durumda dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.

Ratings and Recommendations by outbrain